Uzun süredir bir diziyi böyle
keyifle izlememiştim sanırım. Mindhunter 10 bölümlük ilk sezonuyla gerçekten
güçlü bir seyir sunuyor.
İki FBI ajanının – Holden Ford ve
Bill Tench- daha o zamanlar bu şekilde anılmasa da “seri katiller” üzerine
suçlu profili çıkarması üzerine yaptıkları araştırmaları izliyoruz. Ajanlarımız
dizinin sürükleyici karakterleri olmakla birlikte onlara daha çok akademik
anlamda katkı sunan Anna Torv’un karakteri Wendy Carr’ı da es geçmemek gerek.
Holden henüz 29 yaşında bir FBI
ajanıdır. Akademide suçlu profilleri ya da suçluyla arabuluculuk üzerine ders vermektedir ancak bu ona
yetmiyordur. Davranış Bilimleri Bölümü’nden Bill ile tanışırlar ve şehir şehir
gezerek yerel polislere deneyimlerini aktarırlar. Onların da bundan çıkarı
vardır elbette, olaylara dahil olma, bu anlamda suçlu davranışı üzerine çalışma
fırsatı sağlar bu yolculuklar. Ancak Holden için bunlar ufak uğraşlardır ve da
fazlasını istemektedir. Gittikleri bir kasabada mahkûm olan Ed Kemper ile görüşmek
ister. Bill başta bu görüşmelerin bir işe yaramayacağını düşünür ve golf
oynamakla meşgul olur. Ed kim mi? Sekiz kadını vahşi bir şekilde öldüren, iri
yarı bir katil.
Biraz önce de söylediğim gibi, bu
suçlu psikolojisini anlama, bu anlamda profil çıkarma süreci içerisinde
araştırmaları yenidir ve “seri katil” kavramı literatürde yoktur. Ed ve ona
benzer katillerle konuşarak özellikle cinsellik içeren cinayetleri çözmeye
başlarlar. Yerel polise yardım ederler mesela ve olay daha da büyümeden katili
yakalarlar. Bunu da Ed ve diğer katillerle yaptıkları görüşmelerden sonra elde
ettikleri bulgularla çözerler.
Ajanların saha deneyimi ve
akademik olarak bu çalışmanın nasıl yürümesi gerektiği arasındaki çatışma
dizide geri planda görünse de önemli bir nokta aslında. Suçluyu yakalamak için
her yol mübah mıdır? Dizi aslında bir yandan gerçek olaylar ışığında bunları da
sorguluyor ya da bu tarz sorular sormamızı sağlıyor. Psikoloji ve sosyoloji
üzerine yapılan sohbetler, katil hikâyelerinin ardında saklı gizemleri ortaya
çıkarıyor mesela.
Babası tarafından terk edilmiş,
yalnız büyümüş, anne şefkatinden uzak çocukların katil olma eğilimleri üzerine
ilerliyor dizinin ilk sezonu. En azından ajanlarımız olayları çözerken bunu ön
planda tutuyor diyebiliriz.
Dizi gerçek olaylardan
esinlenerek oluşturulduğu için daha da etkili oluyor ve özellikle anlatımda
bunu görmek fark yaratıyor.
Çaylak ajanımız Holden’ın
gelişimi her bölümde daha da belirgin oluyor. Nasıl ki katiller suçlarını
daha incelikli, rastgele olmayacak şekilde işlemeye başlıyorlarsa, Holden de
cinayetler üzerine kafa yorarken ve onları çözerken şüphelilere ya da suçlulara
karşı ona göre ustalaşıyor. Dizi de geçtiği gibi “seri katiller” ajanlarımız
için çok değerli birer madendirler.
Dönemi yansıtan bir dizi değil
bana göre Mindhunter ancak bunu da es geçmiyor. FBI ve Akademi arasındaki “68
Kuşağı” gerilimi yer yer hissediliyor ancak çok da üzerinde durulacak bir
noktada değil. Bunlar hippilik ya da anormal olarak tarif edilen dönemin
geçişleri aslında.
Dizi görüntüleriyle, tasarımıyla
ve metinleriyle öne çıkıyor. Her bölümde daha da içine çekiyor açıkçası.
Elbette kovalamacalı polis hikayeleri arayanlara göre olmayabilir fakat yine de
etkileyici bir dizi.
Final bölümünün final sahnesi ise
bütün bir korku filmine dönüştürüyor her şeyi. O kadar iyi tasarlanmış ki,
söylenecek söz yok.
Konu ilginizi çektiyse kesinlikle
izlemenizi tavsiye ediyorum. J