33. İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Yarışma bölümünde
gösterilen – ve elbette yarışan- Hüseyin Karabey'in
Were
Dengê Min
/ Sesime Gel adlı filmi 60 yaşındaki Berfe ananın yaşamının
bir bölümüne odaklanıyor. Karabey'in hikayeyi anlatım
biçimi bütün sahiciliğin yitip gitmesine neden
olmuş. Berfe ananın performansına dayalı, yan karakterlerin silik
ve işlevsiz oluşları, neredeyse hikayeyi öldürmüş.
Fazla estetik, doğayla fazla bütünleşmiş, sözle
anlattığını görüntüye -haliyle duyguya- dökmekte
sıkıntı çeken bir film.
Karabey'in
elinde derdi olan bir hikaye varmış fakat o bunu zannımca pek
değerlendirememiş. Kurutmuş, uzatmış, çekiştirip durmuş
hikayeyi. Neredeyse bir ara biz ne izliyorduk yahu? diyecektim.
Hikayeyi
üç kör Dengbej'in (ozan, masal anlatıcı) ağzından
dinliyoruz. Onlar Berfe'yi anlatıyor, Berfe torunu Jiyan'a başka
bir hikaye anlatıyor. Berfe'nin anlattığı hikaye filmin bütününü
sarmalıyor. Kuyruğunu kaybeden, buna çare arayan tilkinin
hikayesini anlatıyor kendi hikayesine paralel Berfe ana. Hayatı
fakirlik içinde, zorluklarla geçmiş Berfe'nin. Tam da
torunu Jiyan'ın yatma vaktinde başladığı hikaye sırasında köye
Jandarma gelir. Aldıkları ihbar doğrultusunda, evlerde silah
araması yaparlar. Nitekim bir tane tabanca dışında hiçbir
yerden bir şey çıkmaz. Fakat komutanın istihbaratı
sağlamdır. Yaklaşık sekiz, on kişilik erkeği arabalara doldurur
ve “bana on beş keleş, yirmi tabanca getirmezseniz salmam bu
adamları” der. Bunlardan birisi de Berfe'nun oğlu Temo'dur.
Berfe
torunu Jiyan ile komutanın istediği silahı bulabilmek için
yollara düşer. Kaçakçılara mı gitmez, babasının
paslanmış eski tüfeğinimi alıp komutanın kapısına mı
dayanmaz, dağlar tepeler aşıp başka şehirlere/köylere mi
gitmez? Gider elbette. Her seferinde de eli boş döner. Bu
yolculukları sırasında karşısına hep bir engel çıkar.
Özellikle askeri denetimin yoğunluğu zorlu yolculuklarının
en büyük handikabıdır. Yine de her seferinde bu engelleri
kimi zaman şans, kimi zaman da kendi halindeliğinden aşar. Nihayet
amacına ulaşır Berfe. Dengbejlerin de söylediği gibi diğer
yaşananların aksine mutlu sonludur bu hikaye. Bir Berfe ananın,
Cumartesi Anneleri'nin ve daha nicelerinin 'yüreklere ulaşan'
duygu patlaması ve gerçekçiliği bu filmde yok! Ama bu
filmi kötü yapmaz elbette. En başından da söyledim.
Anlatım biçimi sahiciliği alıp götürmüş,
Berfe ananın performansı bir nebze olsun bu gerçekliği
yansıtıyor.
Kürt
olmak, devletle/askerle karşı karşıya kalma hali, çıkmazlarla
mücadele film içerisinde sanki öyle bir değinilen,
esas sorunu sarıp sarmalaması gerekirken, uzağından geçen
bir hal almaktan öteye geçemiyor. Karabey, “Derdim
Türkiye’nin yakın tarihinde olan biten hakkında keskin
politik bir tavır sergilemek değil, çünkü böyle
çatışmaların iki taraf için de ne kadar acıya ve
kayba yol açtığını hepimiz biliyoruz.”
demiş. Sanki bir bütünleşme çabası sezdim filmde
de. Zira öcü komutanlar yok. Elbette sertlikler mevcut
fakat bu tasvirler olabildiğince aşırıya kaçmayan bir dil
kullanılarak dile getirilmiş. Bu haliyle de film belki de istediği
gibi Berfe'nin hikayesine odaklanmış. Fikrimce olmamış bir film.
Yine de bir tarih anlatısı olarak görülmeye değer. Son
olarak müziklerini de fazlasıyla beğendim.