09:15
0

33. İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Yarışma bölümünde gösterilen – ve elbette yarışan- Hüseyin Karabey'in Were Dengê Min / Sesime Gel adlı filmi 60 yaşındaki Berfe ananın yaşamının bir bölümüne odaklanıyor. Karabey'in hikayeyi anlatım biçimi bütün sahiciliğin yitip gitmesine neden olmuş. Berfe ananın performansına dayalı, yan karakterlerin silik ve işlevsiz oluşları, neredeyse hikayeyi öldürmüş. Fazla estetik, doğayla fazla bütünleşmiş, sözle anlattığını görüntüye -haliyle duyguya- dökmekte sıkıntı çeken bir film.
Karabey'in elinde derdi olan bir hikaye varmış fakat o bunu zannımca pek değerlendirememiş. Kurutmuş, uzatmış, çekiştirip durmuş hikayeyi. Neredeyse bir ara biz ne izliyorduk yahu? diyecektim.

Hikayeyi üç kör Dengbej'in (ozan, masal anlatıcı) ağzından dinliyoruz. Onlar Berfe'yi anlatıyor, Berfe torunu Jiyan'a başka bir hikaye anlatıyor. Berfe'nin anlattığı hikaye filmin bütününü sarmalıyor. Kuyruğunu kaybeden, buna çare arayan tilkinin hikayesini anlatıyor kendi hikayesine paralel Berfe ana. Hayatı fakirlik içinde, zorluklarla geçmiş Berfe'nin. Tam da torunu Jiyan'ın yatma vaktinde başladığı hikaye sırasında köye Jandarma gelir. Aldıkları ihbar doğrultusunda, evlerde silah araması yaparlar. Nitekim bir tane tabanca dışında hiçbir yerden bir şey çıkmaz. Fakat komutanın istihbaratı sağlamdır. Yaklaşık sekiz, on kişilik erkeği arabalara doldurur ve “bana on beş keleş, yirmi tabanca getirmezseniz salmam bu adamları” der. Bunlardan birisi de Berfe'nun oğlu Temo'dur.

Berfe torunu Jiyan ile komutanın istediği silahı bulabilmek için yollara düşer. Kaçakçılara mı gitmez, babasının paslanmış eski tüfeğinimi alıp komutanın kapısına mı dayanmaz, dağlar tepeler aşıp başka şehirlere/köylere mi gitmez? Gider elbette. Her seferinde de eli boş döner. Bu yolculukları sırasında karşısına hep bir engel çıkar. Özellikle askeri denetimin yoğunluğu zorlu yolculuklarının en büyük handikabıdır. Yine de her seferinde bu engelleri kimi zaman şans, kimi zaman da kendi halindeliğinden aşar. Nihayet amacına ulaşır Berfe. Dengbejlerin de söylediği gibi diğer yaşananların aksine mutlu sonludur bu hikaye. Bir Berfe ananın, Cumartesi Anneleri'nin ve daha nicelerinin 'yüreklere ulaşan' duygu patlaması ve gerçekçiliği bu filmde yok! Ama bu filmi kötü yapmaz elbette. En başından da söyledim. Anlatım biçimi sahiciliği alıp götürmüş, Berfe ananın performansı bir nebze olsun bu gerçekliği yansıtıyor.


Kürt olmak, devletle/askerle karşı karşıya kalma hali, çıkmazlarla mücadele film içerisinde sanki öyle bir değinilen, esas sorunu sarıp sarmalaması gerekirken, uzağından geçen bir hal almaktan öteye geçemiyor. Karabey, Derdim Türkiye’nin yakın tarihinde olan biten hakkında keskin politik bir tavır sergilemek değil, çünkü böyle çatışmaların iki taraf için de ne kadar acıya ve kayba yol açtığını hepimiz biliyoruz.” demiş. Sanki bir bütünleşme çabası sezdim filmde de. Zira öcü komutanlar yok. Elbette sertlikler mevcut fakat bu tasvirler olabildiğince aşırıya kaçmayan bir dil kullanılarak dile getirilmiş. Bu haliyle de film belki de istediği gibi Berfe'nin hikayesine odaklanmış. Fikrimce olmamış bir film. Yine de bir tarih anlatısı olarak görülmeye değer. Son olarak müziklerini de fazlasıyla beğendim.