33. İstanbul Film
Festivali tüm hızıyla devam ediyor. Bu kapsamda İstanbul
Modern'in ev sahipliği yaptığı 'Türk Sinemasında Kitsch ve
Queer' başlıklı söyleşi 12 Nisan 2014 günü
gerçekleştirildi. Daha çok konuşmacılar Selim
Eyüboğlu ve Aykan Safoğlu'nun ilerlettiği bu söyleşi,
belki farklı ve yeni bir şey söylemeyi dert edinmiyordu ama
benim gibi konuya hakim olmayan, az biraz bilgisiyle oraya gelenler
için faydalı ve keyifli geçmiştir diyebilirim. En
azından benim için böyle oldu. Bir buçuk saatlik,
pek de akademik ve görsel içeriğe sahip olmadan yapılan
bir konuşmadan maksimum düzeyde bilgilendiğimi söyleyebilirim.
Elbette yine notlarımı aldım, buraya da aktarması kaldı.
Konuşmaya Eyüboğlu
başladı. Kitsch ve Queer kavramlarının arasına, sıklıkla
Kitsch ile karıştırılan Camp kavramını da ekledi. Bu noktada
hızlıca Kitsch için 'bitmiş bir şey' derken, Camp'in bunun
icra süreci, devam eden bir performans hali ve yaşayış biçimi
olduğundan bahsetti.
Modernite ve Kitsch'in
ilk başta bakıldığında birbirine karşıt iki kavram gibi
görüldüğünü, kitsch'in tekrardan ve
banellikten kaynaklandığını, modernite ile estetik açıdan
bağlatılı olduğunu ve seri üretimle birlikte ortaya
çıktığını söyledi. Kitsch'i çakma, taklit
şeyler, imitasyon, gerçeğin kendisi olmayan şeylere ulaşma
çabası olarak, aktardı.
Safoğlu, parodinin, bir
sanat eserinin içeriğinin formunu alan bir şey olduğunu
söylerken, Eyüboğlu, Camp kavramının Kitcsh'in
parodileştirilmiş hali gibi olduğundan bahsetti.
Safoğlu, buradan
verdiği örnek görsel canlandırma açısından bu
kavramları açıklamak için faydalı oldu diyebilirim.
1912-1951 yılları arasında yaşayan Dominikli aktris Maria
Montez'in, Porto Riko'lu Rene Rivera'ya nasıl ilham olduğunundan
bahsetti. Burada yanlış cümleleri kurmadan aktarmaya
çalışacağım. Rene eşcinseldir ve bir nevi sahne adı ya
da Maria'nın personası (maskesi) denilebilecek şekilde Mario
Montez ismini kullanarak ünlenir. Özellikle Andy Warhol ile
yaptığı çalışmalar önemlidir. Bir nevi Mario'nun
Maria'ya dönüşmesinden ve kendisinin performansını
sergilemesinden bahsedebiliriz.
Safoğlu, bunların
yoksulluktan geldiğini, kadın-erkek ilişkisinin kutsallaştırıldığı
bir dünyada eşcinsellerin bir çıkış kapısı
yaratmaya çalıştığından bahsetti. Toplumsal cinsiyet
normlarının kendisine bu ironi ile tokat atmış olduklarını
söyledi.
Üretim nesnesi
olarak Kitcsh'in toplumsal cinsiyetten normlarından değil “arabesk”
gibi başka toplumsal dinamiklerden kaynaklandığı, İstanbul'un
büyük şehir olarak herkesi yutmaya başladığını,
merkezin dışından olanları, yani sonradan gelenleri anlamak için
başvurulabilecek bir referans olarak 'arabesk'ten bahsedildi.
Pek konuşma fırsatı
bulamasak da sinemada da yukarıda bahsettiğimiz kavramlara
değinilmeye çalışıldı. Safoğlu, Yeşilçam'ın
sadece perde de değil onun etrafında da icra edildiğini söyledi.
Burada özellikle örnek olarak verdiği Kudret Şandra'dan
bahsetti. 60'lı ve 70'li yıllarda ünlülere, sanatçılara,
oyunculara dans hocalığı yapması, performansa dayalı bir mesleğe
sahip olması, giyim tarzı v.b ile bir Camp örneği olduğuna
vurgu yapıldı. Hatta o dönem gazetelere verdiği ilanlarda
fazlasıyla ilgi çekici denebilir. Bu arada Kudret Şandra
şimdi ne yapıyor diye bir arama yaparsanız, ilginç
sonuçlarla karşılaşacaksınız. Benden söylemesi.
Son bölümde
Queer kavramı, J. Butler'ın tanımı, sorular ile geçildi.
Fazla uzatmanın gereği yok sanırım. Çünkü benim
notlarım burada sona eriyor. Üzerine daha sıkı çalışma
yapılıp, dinlenesi ve tartışılası bir konu. Artık sınırları
aşmayı başardık. En azından deniyoruz. Fısıltıyla konuşmanın
çok ötesindeyiz. Elimden geldiğince aktarmaya çalıştım,
umarım becerebilmişimdir.