19:26
0

33. İstanbul Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor. Bu kapsamda İstanbul Modern'in ev sahipliği yaptığı 'Türk Sinemasında Kitsch ve Queer' başlıklı söyleşi 12 Nisan 2014 günü gerçekleştirildi. Daha çok konuşmacılar Selim Eyüboğlu ve Aykan Safoğlu'nun ilerlettiği bu söyleşi, belki farklı ve yeni bir şey söylemeyi dert edinmiyordu ama benim gibi konuya hakim olmayan, az biraz bilgisiyle oraya gelenler için faydalı ve keyifli geçmiştir diyebilirim. En azından benim için böyle oldu. Bir buçuk saatlik, pek de akademik ve görsel içeriğe sahip olmadan yapılan bir konuşmadan maksimum düzeyde bilgilendiğimi söyleyebilirim. Elbette yine notlarımı aldım, buraya da aktarması kaldı.

Konuşmaya Eyüboğlu başladı. Kitsch ve Queer kavramlarının arasına, sıklıkla Kitsch ile karıştırılan Camp kavramını da ekledi. Bu noktada hızlıca Kitsch için 'bitmiş bir şey' derken, Camp'in bunun icra süreci, devam eden bir performans hali ve yaşayış biçimi olduğundan bahsetti.

Modernite ve Kitsch'in ilk başta bakıldığında birbirine karşıt iki kavram gibi görüldüğünü, kitsch'in tekrardan ve banellikten kaynaklandığını, modernite ile estetik açıdan bağlatılı olduğunu ve seri üretimle birlikte ortaya çıktığını söyledi. Kitsch'i çakma, taklit şeyler, imitasyon, gerçeğin kendisi olmayan şeylere ulaşma çabası olarak, aktardı.


Safoğlu, parodinin, bir sanat eserinin içeriğinin formunu alan bir şey olduğunu söylerken, Eyüboğlu, Camp kavramının Kitcsh'in parodileştirilmiş hali gibi olduğundan bahsetti.
Safoğlu, buradan verdiği örnek görsel canlandırma açısından bu kavramları açıklamak için faydalı oldu diyebilirim. 1912-1951 yılları arasında yaşayan Dominikli aktris Maria Montez'in, Porto Riko'lu Rene Rivera'ya nasıl ilham olduğunundan bahsetti. Burada yanlış cümleleri kurmadan aktarmaya çalışacağım. Rene eşcinseldir ve bir nevi sahne adı ya da Maria'nın personası (maskesi) denilebilecek şekilde Mario Montez ismini kullanarak ünlenir. Özellikle Andy Warhol ile yaptığı çalışmalar önemlidir. Bir nevi Mario'nun Maria'ya dönüşmesinden ve kendisinin performansını sergilemesinden bahsedebiliriz.

Safoğlu, bunların yoksulluktan geldiğini, kadın-erkek ilişkisinin kutsallaştırıldığı bir dünyada eşcinsellerin bir çıkış kapısı yaratmaya çalıştığından bahsetti. Toplumsal cinsiyet normlarının kendisine bu ironi ile tokat atmış olduklarını söyledi.

Üretim nesnesi olarak Kitcsh'in toplumsal cinsiyetten normlarından değil “arabesk” gibi başka toplumsal dinamiklerden kaynaklandığı, İstanbul'un büyük şehir olarak herkesi yutmaya başladığını, merkezin dışından olanları, yani sonradan gelenleri anlamak için başvurulabilecek bir referans olarak 'arabesk'ten bahsedildi.

Pek konuşma fırsatı bulamasak da sinemada da yukarıda bahsettiğimiz kavramlara değinilmeye çalışıldı. Safoğlu, Yeşilçam'ın sadece perde de değil onun etrafında da icra edildiğini söyledi. Burada özellikle örnek olarak verdiği Kudret Şandra'dan bahsetti. 60'lı ve 70'li yıllarda ünlülere, sanatçılara, oyunculara dans hocalığı yapması, performansa dayalı bir mesleğe sahip olması, giyim tarzı v.b ile bir Camp örneği olduğuna vurgu yapıldı. Hatta o dönem gazetelere verdiği ilanlarda fazlasıyla ilgi çekici denebilir. Bu arada Kudret Şandra şimdi ne yapıyor diye bir arama yaparsanız, ilginç sonuçlarla karşılaşacaksınız. Benden söylemesi.

Son bölümde Queer kavramı, J. Butler'ın tanımı, sorular ile geçildi. Fazla uzatmanın gereği yok sanırım. Çünkü benim notlarım burada sona eriyor. Üzerine daha sıkı çalışma yapılıp, dinlenesi ve tartışılası bir konu. Artık sınırları aşmayı başardık. En azından deniyoruz. Fısıltıyla konuşmanın çok ötesindeyiz. Elimden geldiğince aktarmaya çalıştım, umarım becerebilmişimdir.