Söyleşi:
Sanat Sinemamız Ne Durumda? - Nil Kural, Gözde Onaran
Benim
için günün ikinci etkinliği, filmden çıktıktan
sonra içtiğim kahveyi saymazsak, İstanbul Modern de
gerçekleştirilen söyleşiydi. Gözde Onaran ve Nil
Kural'ın giriş yapıp, topu dinleyicilere atması yönünde
bir seyir izledi söyleşi. Faydalı veya faydasız tartışmasına
girmek istemem ama 'damarlarımızdaki asil kanda mevcut olan'
birbirimizi dinlememe ve gereksiz muhalefet anlayışı bu tür
konuşmaları pek bir sonuca bağlamaya yeterli değil gibi.
Konuşmaya
Gözde Onaran başladı. Bağımsız sinema üzerine, hızlı
bir girişle, bizi mevzuya ısındırdı. Herhalde orada bulunan çoğu
kişinin ucundan köşesinden bu konuya dair fikirleri vardı ve
bunu bilen Onaran 'içimizdeki şeytanları' açığa
çıkarma çabasındaymış gibi geldi bana. Bağımsız
Sinema'nın, Hollywood'a karşı duruşundan, ulusal bir kimliğin
ürünü olmasından bahsedip, onu farklı ülkelerin,
kültürlerin, etnik grupların kendini ifade etme çabası
olarak tanımladı.
Metin
Erksan'ın Altın Ayı ödüllü Susuz Yaz filminden bir
kare
Nil
Kural ise Türk Sineması ile konuşmasına giriş yaptı.
60'lardan günümüze yönetmenlerden bahsetti.
Yeşilçam'ın, bir endüstri olarak bakılmasa bile, L.
Akad, M. Erksan gibi nadir bağımsız sinemacılara sahip
olduğundan, Susuz Yazın, Uluslararası platformlarda kazandığı
başarısının önemine değindi. 70'leri, Yılmaz Güney
kuşağı yönetmenlerin, bağımsız sinema kategorisine
sokulabilecek filmler çektiği yıllar olarak ele alıp,
80'lerde bağımsız sinema adına üretilen eserlerin daha çok
Avrupa Sineması'ndan devşirilmiş, bugün burun kıvırdığımız
filmler olduğunu söyledi. Bağımsız sinemamızın
yükselişinin 90'larda Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu
gibi yönetmenlerle olduğunu, 2000'lerden sonra ise yeni ve genç
yönetmenlerin, biçim ve içerik olarak farklı bir
üslupla ortaya çıktığından bahsetti.
Genel
olarak bağımsız sinemanın Türkiye'deki gelişimi üzerine
konuştu Onaran ve Kural. Başka Sinema'nın sektörün kendi
çözümünü yaratması ve başarılı olması
açısından öneminden, filmlere yapılan desteğin çıkan
yasa ile artmasına rağmen bunun cinsellik, şiddet ve aşırı
unsurların törpülenmesine neden olmasından, filmlerin
devlet politikasından etkilenerek bir nevi otosansüre
uğramasından bahsettiler.
Bunun
dışında Reha Erdem, Zeki Demirkubuz gibi yönetmenlerin, Nuri
Bilge Ceylan'ın sinema anlayışından farklı olmalarının,
onları Uluslararası arenada geriye düşürdüğünden
ve bunun sebebi olarak da bu platformların Türkiye'den NBC
tarzı filmler talep etmesi olarak adlandırıldı.
Gözde
Onaran, sanat filmleri ve gişe filmleri arasındaki ayrımdan da
kısaca bahsetti. Sanat filmlerinin, neden-sonuç ilişkisiyle
ilerleyen, kendi içine kapanan gişe filmlerinden farklı
olduğunu, neyi, neden yaptığını açıklayamadığımız,
muğlak, gevşek, yapılara sahip, sonucu olmayan filmler olarak
adlandırdı. Bu filmlerin “Bu filmin mesajı ne?” gibi bir
derdin peşinden koşmadığını da ayrıca ekledi.
Böylesine
bir girişten sonra sözü dinleyicilere bıraktılar.
Halbuki söyleşinin ilerleyen zamanlarında kimin dinleyici
olduğu pek muğlaktı, belki bizim sanat sinemamız gibi. Sanat
sineması nedir? Ne değildir tartışmaları da aslında bir sonuca
varmamasıyla, insanları bu filmin, hikayenin bir parçası
yapıyor. Herhalde bunu seviyoruz. Elbette bir sonucu, keskin
tanımları olmalı demiyorum ama tanımlamaya çalışmanın
kendisi de zaten bana fazlasıyla sorunlu geliyor. Tüketmenin
hakim olduğu günümüz dünyasında, sanki bu
sorulara bir cevap versek yarın işler değişecek ve yeni bir cevap
arayacakmışız hissi var bende. Gözde Onaran'ı ilk defa
dinleme fırsatı buldum ve kullandığı dil, konuşma tarzı çok
hoşuma gitti. Özellikle sinemamızda on dakika yürüyen
ve can sıkan adamımız için, “Yürüyen adam hali
hiçbir şey anlatmıyor ön yargısı yerine acaba ne
anlatıyor? diye sormak gerekebilir” cevabı ve buna benzerleri tam
da benim durduğum nokta. Hep bir tanımlama halinden çıkmanın
belki de zamanı gelmiştir. Elbette bunu sadece sinema için
değil, hayatımıza, ilişkilerimize, düşüncelerimize de
yedirmek gerek.