Sıkı bir Doctor Who hayranı olduğum için, son Doctor rolüyle karşımıza çıkan Peter Capaldi’nin diziye giriş bölümlerinin yönetmeni olan Ben Wheatley’in bu filmini merak ediyordum. Elbette bu benim için önemli. Ancak J. G. Ballard’ın aynı adlı romanından uyarlama bu film başkaları için farklı anlamlar ifade edecektir.
Kitabı okumadığım için o hayal dünyasıyla kıyaslayabileceğim bir anlatı değil benim adıma. Ancak göz doldurucu bir oyuncu kadrosunun varlığı bile filmi izlenmeye değer yapıyor. Filmin başrolü Tom Hiddleston’a ait.
1970’lerin farklı bir versiyonunu izliyor gibiyiz filmde. Kostümler tamam, müzikler tamam, dekor tamam. Ancak bütün atmosferin ortasında yükselen Gökdelen ve zamanla burada yaşayanlar arasında başlayan gerilim bize bir düzen hikâyesi sunuyor.
Dr. Laing yeni taşındığı dairesinde kendi halinde biridir. Eşyaları henüz kutudan çıkmamıştır ancak Gökdelen’in eğlence dolu hayatına hızlı bir giriş yapar. İnsanlarla çabuk kaynaşır. Öyle ki Gökdelen’in tasarımcısı Royal (Jeremy Irons) ile tanışma fırsatı bile bulur.
Kaotik bir görüntüyle açılıyor film. Biz de bundan iki ay öncesine gidip olayların nasıl buraya geldiğini izliyoruz. Gökdelen hikâyenin can damarı. Sanki dünyadan soyutlanmış başka bir âlemi temsil ediyor ancak bir yandan da bildiğimiz dünyadan farkı olmayan, bir nevi “insanın doğadaki mücadelecisinin” mekânı oluyor.
Gökdelen yeni olduğu için birçok sorun çıkmaktadır. Alt katlarda fakir ama gururlu insanlar otururken, üst katlarda oturmak zenginliğin, asaletin, gücün ifadesidir. Ancak evinin duvarlarında Che posteri asılı olan Richard Wilder yukarının şaşaalı yaşamına ufak ufak başkaldırır. Eğlenceyle, şakayla başlayan gürültü zamanla Gökdelen içinde bir isyana, hatta savaşa dönüşür.
Alttakiler yukarıya tırmanmak için çabalarken, yukarıdakiler varlıklarını güçlü kılmak için mücadele etmektedir. Bu noktada Dr. Laign’in durduğu nokta önemli. Kendisi herkesten ve her şeyden uzaktır. “Etliye, sütlüye” karışmayan tiplerdendir. Bir nevi her ortamın adamı yani. Mesela onu herhangi bir mücadele içerisinde görmeyiz. Zaten böyle bir gücü de neredeyse yoktur.
Film açıkçası beklediğim tatmini bana vermedi. Ama ne eksik deseniz ondan da emin değilim. Çok fazla karmaşa var ve hikâyeyi takip etmek zaman zaman zorlaşıyor. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünmemle birlikte doğru olduğu konusunda tereddütlerim var.
Yine de izlenmeyi hak eden bir film. Zengin-fakir, burjuva-köylü v.b durumlarına değiniyor ve anlatı fena da değil. Oyuncu performansları da fena sayılmaz. Luke Evans’ın karaktere verdiği canlılık gerçekten keyif verici.
Puan: 6/10
Doruk Önal – twitter.com/Sosyokopat